7 Nisan 2011 Perşembe

Azerbayjan Televizyası




Uçağa bindiğimde çok yoğun bir koku vardı, ayak, koltuk altı ve apış arası karışımı burun direğini titreten bir koku vardı.Tabi ki, insan ilk olarak suçlama eğiliminde oluyor. Temizlikleri ile ilgili küfürler geçiriyordum aklımdan fakat sonradan yanıldığımı anladım. Problem uçağın havalandırma sistemindeydi. 250 kişiyi havalandırması olmayan daracık bir odaya koyarsanız aynı kokuyu elde etmek kaçınılmazdır. Önyargılarıma küfür edip yerime doğru yöneldim.

İlk komedi yerime oturanları bulduğumda başladı. Cam kenarı olan koltuğuma oturmuş adam elindeki bilette D yazmasına ramen F koltuğunun kendisine ait olduğunu idda ediyordu. Geç allahından bul diyip daha fazla üstelemedim.İyi ki de üstelememişim çünkü aramıza, yani E koluğuna, oturan adam kelimenin tam anlamıyla bir Hayvandı. Gece 01:00 civarı dağıtılan yemekten bizim sırada bir tek o almıştı. İyi ki cam kenarına oturmamışım yoksa felaket sıkışırdım. E koltuğundaki adam hayatında ilk defa yemek yermiş gibi yiyiyordu. Elleri kolları sürekli bana ve diğer koltuktaki adama çarpıyordu. Ben kendimi koridora doğru yaslayarak bu eziyetten kurtuldum. Ama cam kenarındaki heralde yarım saat cama yapışmıştır. En kötü yanı da adamın bir deve gibi şapırdatarak yemek yemesiydi. Nefret ederim. Ama bunu da uçakta dağıtılan kulaklığı kulağıma takıp radyonun sesini fulleyerek çözdüm.

İtiraf etmeliyim ki uçaktaki manzara biraz sinir etti beni. Çünkü kimseye saygı göstermeyen, herkesin kendini düşündüğü insan gruplarından nefret ederim. Uçakta da öyle bir hava vardı. Örneğin uçak durduğunda valizleri tepedeki raflardan almak için yaşanan izdiham. Resmen birbirlerini ezdiler.

Ama uçaktan inebildiğim anda nedense işler değişti. Hava alanı çok modern sayılamaz ama pis değildi. Kendi çapında bir düzeni de mevcuttu. Pasaport kontrol'e ve vize almaya gittiğimde nedense herkes yardım etme isteği duydu. Arap ülkelerindeki deneyimlerimden dolayı biraz tedirgin oldum. Rüşvet isteyeceklerini düşünmüştüm. Görevlinin biri vize formumu doldurdu, vize işleriyle ilgilenip pasaportumu çok kısa bir zamanda geri verdi. Ben 10Manat hazırlamıştım. Ama hiç para istemedi ya da ima etmedi. Daha sonra nedense beni diğer yabancıların beklediği kuyrukta bekletmediler ve doğrudan geçtim. Çok uzun sürdüğü söylenen vize işlemini çok kısa zamanda halletmiş oldum. Hava alanındaki herkes güler yüzlü ve cana yakındı :D Orada moralim yerine geldi.

Hava alanından çıkınca taksiye bindim, çok cana yakın bir bir taksiciydi. Yol boyunca muhabbet ede ede otele geldik. Yanlız taksi olayı biraz pahalı ya da ben acemilikle kazıklanıyorum çünkü hava alanınından otele türk parası ile 80 TL tuttu.

Otelde ilgimi çeken hemen kapısının karşısında MADO olmasıydı. İnsan yabancı yerlerde keni ülkesinden birşeyler gördümü mutlu oluyor....

Otel butik tarzında sanırım. Temiz ama küçük. Odaları gayet konforlu. Yeri de çok merkezi, Bakü'nün taksiminde diyebilirim.

Sabah kalkıp işe gitmek için yola çıktım. Yollarda insanlar gerçekten modern. Şehirde "Rusya" havası yok değil. Binalar caddeler gerçekten çok güzel. Bir erkek olduğum için bekleneni söyliyim :D : Şu ana kadar gördüğüm kızlar gerçekten gayet güzel :D...

Çalıştığım yer biraz şehrin dışında. Şehir dışı da yeni yapılmış büyük apartmanlardan oluşuyor. Bizdeki beylikdüzü'ne çok benziyor. Büyük binalardan birisi de Azercell yani burada iş yapacağım operatör.

Taksilerin büyük bir çoğunluğu bizdeki murat 124'e benzeyen lada :D.. Radyoda dinlediklerim de gerçekten çok komik. Bir tanesi şöyle: "Her şeyin tezesi, dostun köhnesi makbuldur". Köhne burda eski ama yıllanmış bir eski anlamaında kullanılıyor. Güzel anlam yani. Bizdeki anlamı ise gayet kötü o yüzden komik oluyor. BU arada bu slogan "Hyundai" firmasına ait :D... "Köhne Hyundai'ınızı zekatın, yennisini apartın" :D:D:D eskiyi getir yeniyi götürün garip bir versiyonu...

Gelişmelerle Baküden bildiriyor olucam :D ...